29 Mart 2013 Cuma

Limonlu Pastanın Sıradışı Hüznü – Aimee Bender


Tortiera sayfası ile yapmak istediğimiz kişiye özel tasarımlar ve ev yapımı lezzetlerin yanında hayata dair notlarımızı da paylaşabilmek, bu platformu daha aktif ve keyifli hale getirebilmek. Ne de olsa biz keyfimize sizi de ortak etmek istiyoruz. 



Son dönemde çok satanlar listelerinde rastladığımız Aimee Bender’in “Limonlu Pastanın Sıradışı Hüznü” isimli romanı önce adıyla bizi etkiledi. Almak, okumak lazım dedik. Okuduk. Bundan böyle tüm kalbini yemek için ortaya koymadan, olumsuz düşünceleri kafandan atmadan yemek yapmak yok! Bir pastacı gözüyle en çok etkileneceğiniz yer burası. J 

“Yemekler duyguyla doludur.” Hani bazen ne kadar yaparsanız yapın tutturamazsınız ya o pandispanyayı. Kabarmaz, oysa her gün yaptığınız gibi yapmışsınızdır. Malzemeleriniz değişmemiştir. Ama olmaz… Yaptığımız işe enerjimizi aktardığımız, duygularımızı yansıttığımız kesin. İşte bu nedenle sevmeyerek yaptığımız yemeğin tadının istediğimiz gibi olmaması gibi istemeden yaptığımız işlerin de sonu pek iyi gelmiyor, olmayan şey olmuyor.

Limonlu Pastanın Sıradışı Hüznü, yediği yiyeceklerde onu yapanların duygularını, malzemelerine eli değenlerin yaşanmışlıklarını hisseden Rose’un hüzünlü büyüme hikayesini anlatıyor. Bu özel yeteneği ile hayatına bir kat daha hüzün ekleyen Rose, annesinin, ailesine göstermediği yaşantısını, çok erken yaşta öğreniyor. Bu yükü omuzlarında taşırken babası ve ağabeyi ile olan uzak ilişkisi de büyüme sürecinde onu yalnız bırakıyor. 

“Kendimi biraz beş, biraz kırk yaşında hissediyordum.” diyor mücadelesini verirken. Kendi yaptığı yemekleri de tatma cesaretini gösteriyor sonra. Kendini tanıma, duygularına inebilme, kendisiyle yüzleşme cesaretini gösteriyor. Bazen o kadar güç ki bu yüzleşme hiçbir şey bilmediği küçük yaşlarına dönmek istiyor Rose. Hepimiz zaman zaman bu kaçışı istemiyor muyuz?

Rose bu süreçte aile bireylerindeki farklı özel yetenekleri de keşfediyor. Böylece uzak ilişkilerinde anlık yakınlaşmalar da doğuyor hayatına.

Yalnızlık, hayal kırıklığı, değersizlik, güvensizlik, bir sırrı taşıma, aşk ve hüzün barındıran bu roman hayatın bize sunduğu her şeye ve tüm bildiklerimize rağmen hayatta kalma mücadelesini bir büyüme hikayesi eşliğinde sunuyor bize…

*** 

“O da bu dünyada yaşayan sıradan bir kadına benziyordu; dünyayla daha bir iç içe, heyecan uyandıran veya olağanüstü bir hali yoktu. Fakat kekik ve tereyağına bulanmış şu tavuk var ya, hayatımda öyle leziz bir sıcaklığı olan, ancak ve ancak tavuk olarak tanımlayabileceğim bir tavuk tatmamıştım. Yiyecekler o kadının ellerinde her nasılsa kendini buluyordu. Ispanak, ıspanak oluyordu; iyi bir bostanın bakımı, tuz, ısı ve kadının özeniyle gevşeyip yapraklı ve geniş özüne dönüyordu. Sarımsak kendi canlı doğasını yakalıyordu. Domates, sığır eti kadar dolgun tat veriyordu.” 

Aslında hayat da bu değil mi? Herkes aynı hayatı yaşıyor ama herkes farklı yerinden yorumluyor onu. Dikkat edenler, sadece bakmayıp da görebilenler, gördükleriyle de yüzleşebilenler daha güzel yaşamıyorlar mı sizce de?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder